‘Amaç Bizi Otomatikleştirmek’: Gözetim Kapitalizmi Çağı

06.10.2025
A+
A-
‘Amaç Bizi Otomatikleştirmek’: Gözetim Kapitalizmi Çağı

Johannes Gutenberg’in 1439’da matbaayı icat etmesinden bu yana, bilgiyle kurduğumuz ilişkide belki de en köklü dönüşümlerden birini yaşıyoruz. Matbaanın da ilk yıllarında kimse, bu teknolojinin Reform’u ateşleyeceğini, Katolik Kilisesi’nin sarsılmaz otoritesini zayıflatacağını, modern bilimin temellerini atacağını, yepyeni meslekler ve endüstriler doğuracağını, hatta çocukluk kavramımızı bile yeniden şekillendireceğini tahmin edememişti. Oysa matbaa, bütün bunları ve daha fazlasını yaptı.

Bugün yaşadığımız dijital devrim, 1495 yılının Mainz’ine şaşırtıcı biçimde benziyor. Biz de tıpkı o dönemin insanları gibi, dev bir dönüşümün ilk aşamalarındayız. Dijital teknolojinin ve internetin toplumsal yapımızı nasıl değiştirdiğini yavaş yavaş fark ediyoruz, ancak bu yolun nereye çıkacağını henüz tam olarak bilmiyoruz. Bu dönüşüm matbaa gibi büyük bir imkân taşıyor ancak aynı zamanda değerleri aşındırma, mahremiyeti çözme, kültürü dönüştürme tehlikesini de beraberinde getiriyor.

Bu konuyu anlamaya çalışan çok sayıda akademisyen, yazar ve düşünür var. Kütüphaneler, dijital çağın, bizi ve dünyayı nasıl dönüştürdüğünü anlatan kitaplarla dolu. Yine de herkes resmin sadece bir parçasını görebiliyor; tıpkı körlerin fili tarif etmeye çalıştığı o meşhur hikâyede olduğu gibi. Siber dünyanın büyük düşünürlerinden Manuel Castells’in sözleriyle bu durum, “bilinçli bir şaşkınlık hâli.”

GÖZETİM KAPİTALİZMİ

Oxford profesörü Shoshana Zuboff, “Gözetim Kapitalizmi Çağı” adlı kitabında tam da bu belirsizliği mercek altına alıyor. İngiltere Observer teknoloji yazarı John Naughton’un ifadesiyle, Zuboff dijital dünyanın üzerine inşa edildiği iş modelini “tüyler ürpertici” bir şekilde çözümleyen bir düşünür. Ona göre Google, Facebook ve benzeri teknoloji devleri yalnızca yenilikçi şirketler değil; kapitalizmin mutasyona uğramış, yeni bir türünü temsil ediyorlar. Zuboff’un bu türe verdiği isim: gözetim kapitalizmi.

Gözetim kapitalizmi dediğimiz yapı, insan iradesini ve mahremiyeti pazarlanabilir hale getiriyor. Kullandığımız uygulamalar, attığımız adımlar, izlediğimiz videolar, beğendiğimiz gönderiler; hepsi davranışsal veri olarak toplanıyor. Zuboff’un ifadesiyle: “Gözetim kapitalizmi, insan deneyimini davranışsal verilere dönüştürülecek bedava bir hammadde olarak tek taraflı bir şekilde sahipleniyor. Bu verilerin bir kısmı hizmet kalitesini artırmak için kullanılsa da geri kalanı şirketin mülkiyetindeki bir ‘davranışsal fazlalık’ olarak ilan ediliyor. Şirketler, bu fazlalığı analiz ederek gelecekte ne yapacağımızı tahmin eden modeller üretiyor. Ardından bu tahminler, devasa bir pazar olan “davranışsal gelecek piyasalarında” satılıyor.” Yani biz, farkında olmadan kendi geleceğimizin alınıp satıldığı bir ekonominin hammaddesine dönüşüyoruz.

DİJİTAL KOLONYALİZM

Bu tablo, sömürgeci bir geçmişi hatırlatıyor. Nasıl ki bir zamanlar coğrafyalar “keşfedilip” kaynaklarına el konulduysa, bugün de insan davranışına aynı iştahla el konuluyor. Serbestlik adıyla dayatılan algoritmik yönlendirmeler, aslında yeni bir bağımlılık biçimi oluşturuyor. Google dünyanın her kitabını izinsiz dijitalleştiriyor veya kimseden izin almadan gezegendeki her sokağın ve her evin fotoğrafını çekiyor. Facebook kullanıcı verilerini gizlice işliyor, her tıklama, her arama bizi daha “tanınabilir” hale getiriyor. Böylece teknoloji devleri “izin almaktansa af dilemek daha kolaydır” mottosuyla hareket ediyor. Zuboff’un deyişiyle: Artık dünyada iki tür insan var — izleyenler ve izlenenler.

Sosyal medya algoritmaları, dijital platformlar, insanın neye tepki vereceğini milimetrik doğrulukla hesaplayabiliyor.

Zuboff’a göre sorun yalnızca teknoloji şirketlerinin davranışlarında değil; asıl mesele, bu şirketlerin kâr elde etme biçiminde yatıyor. İnsanların davranışlarını toplama, analiz etme ve bundan kazanç sağlama süreci, kapitalizmin yeni ve tehlikeli bir biçimine dönüşmüş durumda. Bu nedenle, sistemi gerçekten düzeltmek istiyorsak bu gözetim temelli birikim mantığına meydan okumamız gerekiyor. Bu da şirketlerin kendi kendilerini denetlemesinin bir seçenek bile olmadığı anlamına geliyor. Zuboff’un dediği gibi: “Gözetim kapitalistlerinden mahremiyet talep etmek, bir zürafadan boynunu kısaltmasını ya da bir inekten geviş getirmekten vazgeçmesini istemek gibidir. Bu talepler, o yapının temel hayatta kalma mekanizmalarını ihlal eden varoluşsal bir tehdittir.”

Bu tablo karşısında değer temelli bir bilinç inşasına yönelmek gerekmektedir. Bu bağlamda İstanbul Aile Vakfı ile RTÜK arasında imzalanan “Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi İş Birliği Protokolü”, dijital çağda ailenin korunmasına yönelik önemli bir adım niteliğindedir. Bu protokol kapsamında geliştirilen “Aile Dostu Yayın Saati” uygulaması, ekran kültürünü aile ve çocuk dostu bir zemine taşımayı amaçlamaktadır. Yine “Ailelerde Dijital Mahremiyet Farkındalığının Güçlendirilmesi” eğitimi, dijital mahremiyet bilincini güçlendirerek aileyi merkeze alan bir medya kültürü inşa etmeyi hedeflemektedir.

Dijital dünyanın hızla dönüştürdüğü bu çağda, insanı, aileyi ve kültürü merkeze alan bir bilinçle teknolojiyi yönlendirebilmek, toplumsal varoluşumuzun sürekliliği açısından hayati önemdedir.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.