İbn Sînâ ve Kınalızâde’de Aile

Günümüzde yaşanan gelişmelerin ve teknolojiyle beraber gelen problemlerin en çok etkilediği unsurların başında aile gelmektedir. Geleneklere bağlılığın zayıflaması, değerlerde aşınma ve aile ilişkilerindeki çözülme, uzmanların işaret ettiği eğilimler arasında. Bu bağlamda “tedbîrü’l-menzil” literatürü yeniden gündeme geliyor. İstanbul Aile Vakfı’nın Aralık 2024’te düzenlediği “Küresel Tehditler Karşısında Aile” sempozyumunda Doç. Dr. Emine Taşçı Yıldırım, “İslam Ahlak Filozoflarından İbn Sînâ ve Kınalızâde’de Aile” başlıklı bildirisinde bu geleneğin iki örneğini ele aldı. Bunlardan biri İbn Sînâ olup o, ev yönetimine müstakil bir ilim olarak sınıflandırmada yer vermiş ve er-Risale fi’s-Siyaseti’l-Menziliyye adıyla müstakil bir risale kaleme almıştır. Kınalızâde ise Osmanlı döneminde kaleme alınan Türkçe ahlak eserleri arasında öne çıkan Ahlâk-ı Alâî ile dikkat çekiyor. Bu bildiri, klasik metinlerin bugünün aile tartışmalarına nasıl referans sunabileceğine dair bir çerçeve ortaya koyuyor.
Aile ve Aile Müessesesinin Gerekliliği
İbn Sînâ, aile kurumunun gerekliliğine geçmeden önce, insanların farklı nitelik ve konumlarda yaratıldığına dikkat çeker; bunu Allah’ın bir lütfu ve ihsanı olarak görür. Ona göre, hangi mertebede olursa olsun her insan; canını korumaya, rızkını temin etmeye, himayesi altındakileri gözetmeye, sığınacağı bir eve, evini ve kazancını koruyacak bir eşe, yaşlılığında kendisine bakacak ve neslini sürdürecek evlâda muhtaçlıkta eşittir. Bu tespitleriyle, insan hayatında aile kurumunun vazgeçilmezliğine işaret eder.
İbn Sînâ ve Kınalızâde, insanın hayatını sürdürebilmesi için rızka ihtiyaç duyduğu kadar onu koruması ve bu amaçla bir yuva edinmesi gerektiğini vurgular. Azığın korunması çoğu zaman gönlün meylettiği bir eşin desteğini gerektirir; bu kişi, Allah’ın erkeğe yoldaş kıldığı eşidir. Eş edinmenin hikmeti, şahsiyetin istikrarı, hayatın düzenini kurmak, geçimin temini ve sürdürülmesini güvence altına almaktır. Aile, zürriyetin doğması ve bekası için eşlerle kurulur; çocuk eklendikçe genişler ve reislik vazifesi erkeğe tevdi edilir.
Aile Reisinin Görevi
İbn Sînâ ile Kınalızâde, aile yöneticisinin erkek olması gerektiği konusunda görüş birliği içindedir. Aile reisinin başlıca görevi, aile bireylerinin ihtiyaçlarını dikkate alarak onları koruyup gözetmek ve çeşitli yöntemlerle eğitmektir. Şunu da belirtmek gerekir: İbn Sînâ, aile reisini anlatırken kendini eğitmiş, kötü huylardan arınmış bir kişilik tasvir eder. Bu iç terbiyeyi gerçekleştirmeden kişinin ailesini sağlıklı biçimde yönetmesi mümkün değildir.
Ev reisinin ikinci görevinin ise mizacın sıhhatini koruyup hastalığa yakalandığında bütün birleştirici unsurların itidalini dikkate alan bir doktor gibi hareket etmesi olduğu belirtilmiştir. Aile bireylerindeki özellikle ruhsal hastalıkların ev ahalisine zarar verme ihtimali çok yüksektir. Dolayısıyla bunun tedavisi konusunda evin reisine önemli bir görev düşmektedir.
Gelir-Gider Siyaseti
Kişinin ilk görevinin geçimini kazanmak olduğunu dile getiren İbn Sînâ, bu kazancın helal yoldan elde edilmesinin ve emek verilmesinin gerekliliğini vurgulamaktadır. Kazancın elde edilmesi kadar yönetimi de önemlidir. Nitekim elde edilen kazancın bir kısmı sadakaya, zekâta ayrılmalıdır. Bir kısmının ise olası musibetler ve felaketler karşılaşma durumuna istinaden saklanması gerekmektedir.
Kınalızâde, malın korunması ve arttırılması hususunda üç şeye dikkat çekmektedir. İlk şart, malı aşırı derecede koruyup ev halkına zarar vermemektir. İkinci olarak dinin gereklerini yerine getirmek suretiyle zekât ve sadakayı ihmal etmemektir. Üçüncü olarak ise cimrilikten sakınıp cömert olmaktır.
Aile Eğitimi ve Terbiyesi
İbn Sînâ ve Kınalızâde, aile müessesesinin temelinin atılmasını sağlayan evlilik konusuna işaret ederek aile eğitimine başlamakta ve evlenmenin, neslin devamı ve nefsin korunması için bir gereklilik olduğuna değinmektedir.
İbn Sînâ, iyi kadının vasıflarını aşağıdaki gibi sıralamaktadır: “Erkeğin mülkünde ortağı, malının koruyucusu, yükünün taşıyıcısı ve çocuklarının terbiyesinde güvendiği kişidir.” Kınalızâde ise iyi ve uygun kadının vasıflarını “kocasına ev idaresinde yardımcı ve ortak, yokluğunda mal ve ailesinin muhafız ve temsilcisi, yanındayken problemli işlerde nasihatçi ve danışman, afet ve felaketlerde ise dert ortağı ve arkadaşı olur.” diyerek açıklamaktadır. Bu tanımlamalarıyla her iki düşünür de kadının aile içindeki görevlerine işaret etmektedirler. Eşlerin birbirlerinin en önemli destekçileri olduklarını hatırlatmaktadırlar.
Kişinin aile yönetiminde dikkat etmesi elzem olan şeyleri, çok heybetlilik, tam ikramkarlık ve kafasını işle meşgul etmek şeklinde aktaran İbn Sînâ, heybetin erkek ile eşi arasındaki ilişkinin tam olması için gerekli olduğunu vurgulamaktadır. Erkeğe düşen ikinci iş olan ikramkarlık ise, kadının durumunu güzelleştirmesi, koruyucu olması ve sadakati gerçekleşmektedir. Üçüncü ise eşinin çocukların yönetimiyle ve evin işleriyle meşgul olmasıdır.
Çocuk Terbiyesi
Kınalızâde ev yönetimi konusunda ilk olarak anne babaların birbirlerine karşı olan sorumluluklarını yerine getirmelerinin gerekliliği üzerinde durduktan sonra çocuğun eğitimi ve terbiyesi konusuna geçiş yapmaktadır.
İlk olarak aile ahlakında eşler arasındaki ilişkinin düzene sokulmaya çalışılması önemlidir. Daha sonrasında çocuk eğitimi gelmektedir. Ruhsal yönden kendini yetkinleştirememiş ve birbirilerini yönetmekten aciz ebeveynlerin çocuk eğitimi konusunda eksik kalacakları ön kabulünün onları öncelikle bu konuyu ele almaya itmiş olması muhtemeldir.
Kınalızâde, çocuğun cinsiyetini önemsememek; kız olsun erkek olsun dünyaya gelen çocuğu Allah’ın bir lütfu olarak görüp şükretmek gerektiğini belirtmiştir. Kişinin seçimine bağlı olamayan şey sebebiyle ailesini azarlayanın bu yaptığını cahillik olarak addetmektedir. Çocukların cinsiyeti ne olursa olsun bir emanet ve lütuf olarak görülmesi gerektiği vurgusu önemlidir. Bu emaneti layıkıyla yetiştirmek için aile reisine birtakım görevler düşmektedir.
Güzel bir isim vermeyi öncelikli görev olarak sayan İbn Sînâ ve Kınalızâde ikinci olarak o dönemin adetlerinin de etkisiyle iyi bir sütanne seçimini zikretmektedir. Sütün iletken ve geçirgen olması sebebiyle süt annenin durumun çocuğa yansıması söz konusu olabilmektedir.
İbn Sînâ, ahlak eğitimine başlama zamanı olarak sütten kesilmeyi göstermektedir. O, bu eğitime kötü huylar çocuğa saldırmadan ve kötü alışkanlıklarla karşılaşmadan önce başlanılmasının elzem olduğunu söylemektedir. Kötü huyların çocuğa çabuk bir şekilde saldırabileceğine dikkatleri çeken İbn Sina’ya göre ahlak terbiyecisinin çocuğu mümkün mertebe ahlaki kötülük ve kötü alışkanlıklardan sakındırması gerekmektedir. Çocuğa ilk olarak kazandırılması gerekenin haya duygusu olduğu hatırlatılmaktadır.
İbn Sînâ, çocuğun tek başına değil, akranlarıyla birlikte eğitilmesini uygun görür. Eğitimcinin söz hakkı verip övdüğü ve teşvik ettiği çocuklar böylece birbirleriyle arkadaşlık kurar; bu ortam, ahlâklarının güzelleşmesine, iyi alışkanlıklar edinmelerine ve gayretlerinin artmasına katkı sağlar.
Çocukların doğuştan getirdikleri istidatların yeniden fark edilmesi gerekir. Eğitimci, çocuğun mizacı ve karakterini değerlendirip zekâ düzeyinin yeterliliğini gözeterek ona uygun sanatı/mesleği belirlemeli ve o yönde yönlendirmelidir. Ancak yalnızca yönlendirmek yetmez; seçilen alanda çocuğun öğrenme durumu ve gerekli donanımı edinip edinmediği düzenli biçimde izlenmelidir ki isabetsiz bir yönelişin önüne geçilebilsin.
Çocuklara sürekli lezzetli yiyecek ve içecek sunmak doğru değildir. Değişen şartlara uyum sağlayabilmeleri için zaman zaman sade bir sofrayla yetinmeyi de öğrenmeleri gerekir. Zorluklarla karşılaşmak, onları hayata hazırlayan önemli bir deneyimdir. “Oluş ve bozuluş”un hüküm sürdüğü bu dünyada sıkıntısız bir hayat mümkün olmadığına göre, çocuk terbiyesi; yeri geldiğinde güçlüğe katlanmayı, bazı şeylerden mahrum kalabilmeyi ve sabretmeyi öğretmelidir.
Kaynak: Yıldırım, E. T. (2024). İslam ahlak filozoflarından İbn Sînâ ve Kınalızâde’de aile. T. Şirin (Ed.), içinde Küresel tehditler karşısında aile (ss. 314–334). İstanbul Aile Vakfı Yayınları.