Eski Türklerde Aile

21.10.2025
A+
A-
Eski Türklerde Aile

Eski Türklerde aile, sadece bir yuva değil; devletin temeli, kültürün taşıyıcısı ve milletin devamıdır…

Tarih boyunca Türk toplumu, yalnızca savaş meydanlarındaki başarılarıyla değil, toplumsal yapısının sağlamlığıyla da dikkat çekmiştir. Bu sağlam yapının temelinde ise her yönüyle güçlü, köklü ve işlevsel bir aile anlayışı yer alır. Aile, Eski Türklerde sadece bir yaşam birimi değil; toplumu bir arada tutan, kültürü nesilden nesle aktaran ve hatta devletin temellerini besleyen bir kurumdur. Kadın-erkek ilişkilerinden çocuk eğitimine, evlilik geleneklerinden mülkiyet anlayışına kadar uzanan bu yapı, Türklerin binlerce yıl boyunca kimliğini koruyabilmesinin en güçlü dayanaklarından biri olmuştur.

Ailenin Toplumdaki Yeri: Oguştan ile Uzanan Yol

Eski Türklerde aileye verilen isim “Oguş”tur ve bu yapı, toplumun en küçük ama en güçlü birimini oluşturur. Aileden başlayarak Urug (soy), bod (boy), bodun (boylar birliği) ve il (devlet) şeklinde hiyerarşik bir sosyal yapı kurulmuştur. Bu yapı, Orhun Kitabeleri’nde açıkça görülmektedir.

Hunlar döneminden itibaren aile, sadece toplumsal bir kurum değil, aynı zamanda askeri bir temel olarak da değerlendirilmiştir. “Aile zayıflarsa ordu da zayıflar” anlayışı, bu düşüncenin özünü oluşturur. Göçebe yaşam biçimi içinde aile, topluluğun hayatta kalma stratejisinin merkezindedir. Bu nedenle Eski Türk toplumu için aile, sadece bir yuva değil, aynı zamanda bir güç kaynağıdır.

Evlilik: Birlikten Kuvvet Doğar

Eski Türklerde aile, evlilik ve kan bağına dayanır. Evlilik yalnızca ferd arasındaki bir sözleşme değil, aynı zamanda iki soyun birleşmesi anlamına gelir. Evliliğin önemli bir parçası olan “Kalın” (başlık parası), erkeğin kadını kendi boyuna getirmesi için kadının ailesine ödediği bedeldir. Bu gelenek, çocuğun önce annenin boyuna, sonra babanın boyuna geçmesini de etkiler. Yakut Türklerinde evlenmek “sönmez bir ateş yakmak”, Uygur Türklerinde ise “kavuşmak” olarak tanımlanmıştır. Eve gelen gelin, evi aydınlatan bir ışık olarak görülmüştür.

Eski Türk toplumunda aile yapısı, ataerkil özellikler taşımasına rağmen, kadın daima aktif ve saygın bir konumda yer almıştır. Erkek (ata/kang), evin reisi ve savaşçı kimliğiyle öne çıkarken; kadın (ana/ög), yalnızca ev işleriyle sınırlı kalmamış, çocuk eğitimi, ekonomik faaliyetler ve hatta devlet yönetiminde dahi etkili bir rol üstlenmiştir. Hatunlar, kağanla birlikte devlet işlerinde söz sahibi olabilmiş, mühür taşıyabilmiş, elçilik yapabilmiş ve hatta ordu seferlerine katılmışlardır. Uygur Hatunu’nun Çin’e yapılan sefere bizzat katılması, kadının siyasal yaşamda da etkin olduğunu açıkça gösterir.

Dede Korkut Destanları’nda kadının, evin direği ve erkeğin kader ortağı olarak betimlenmesi, toplumsal hafızada kadının yerini net biçimde ortaya koyar. Nitekim “Yuvayı dişi kuş yapar” atasözü, kadının aile içindeki yapıcı ve birleştirici kimliğini yansıtır. Toplum yapısı çoğunlukla baba merkezli olsa da, anaerkil izlerin de varlığı dikkat çekicidir. Örneğin:

  • Bazı dönemlerde çocuklar, annelerinin ailesinin adını taşıyabilmiştir.
  • Destanlarda geçen “dişi kurt”tan türeme miti, kadına mitolojik bir kutsiyet yüklemiştir.
  • Orhun Yazıtları’nda geçen “ög ve kang” (anne ve baba) ifadesinde annenin önce anılması, kadının önemini yansıtan simgesel bir örnektir.

Bu yönleriyle Eski Türk toplumu, yalnızca ataerkil değerlerle değil, aynı zamanda kadının kültürel, sosyal ve siyasi gücünü tanıyan dengeli bir yapısıyla öne çıkar.

Çocuk Yetiştirme: Soyun ve Kültürün Teminatı

Eski Türk toplumu için çocuk, yalnızca bir aile ferdi değil; soyun, kültürün ve devletin geleceğini temsil eden kutsal bir varlıktır. Ailede çocuk yetiştirme süreci, maddi mirasın yanı sıra değerlerin, erdemin ve toplumsal sorumluluğun aktarılması bakımından da büyük önem taşır.

Türkler, kız ve erkek çocuklar arasında ciddi bir ayrım gözetmemiş; her ikisini de toplumun eşit bireyleri olarak kabul etmişlerdir. Kaşgarlı Mahmud’un kullandığı “çamrak” ya da “çar çamrak” terimi, çoluk çocuk anlamına gelir ve çocuklara duyulan sevginin dildeki yansımasıdır.

Çocuğun eğitiminde cinsiyete göre görev paylaşımı yapılmıştır: Oğlanı baba, kızı anne yetiştirir. Bu durum yalnızca bir pedagojik uygulama değil, aynı zamanda kültürel bir aktarımdır. Her fert, kendi cinsinden çocuğa hem toplumsal rol hem de ahlaki değerleri miras bırakır. Bu görev kutsal sayılmıştır.

Ataç” kelimesi, hem “babaya benzeyen oğul” hem de “babacığım” anlamına gelirken; “Ata orunu oğulka kalır” atasözü, soyun yalnızca maddi değil, manevi mirasla da sürdüğünü gösterir. Onur, ahlak ve isim; çocuğun taşıdığı başlıca sorumluluklar arasında yer alır.

Özellikle erkek çocuklar, soyun devamı olarak görülmüş ve onların eğitimi, gelecekte orduda veya toplumsal görevlerde etkin roller üstlenmeleri açısından titizlikle ele alınmıştır. Rıdvan Palancı’nın ifade ettiği gibi, “Ordu-millet anlayışı içinde ilk eğitim ailede başlar” ve bu anlayışın temelinde çocukların küçük yaşlardan itibaren disiplinli, cesur ve ahlaklı bireyler olarak yetiştirilmesi yatar.

Eski Türklerde ilk doğan çocuk “tun” (ilk ışık, ilk doğan) olarak adlandırılırken, son çocuk ise “aştal oğul” şeklinde tanımlanmıştır. Bu terimler dahi çocukların ailenin devamındaki sembolik yerini ve değerini ortaya koyar.

Aile, Devletin Teminatı: Toplumun ve İktidarın Temel Hücresi

Eski Türk toplum yapısında aile, yalnızca bireylerin yaşadığı bir birlik değil; devlet düzeninin çekirdeği, askeri disiplinin başlangıç noktası ve kültürel devamlılığın ana kaynağıdır.

Oguş (aile) → Urug (soy) → Bod (boy) → Bodun (boylar birliği) → İl (devlet) şeklindeki toplumsal örgütlenme, aileden başlayarak devletin inşa edildiğini net bir şekilde ortaya koyar.

Devletlerinin kurulmasındaki sosyal altyapıyı anlayabilmek için Türk toplumunun aile düzenini kavramak gerekir. Ailenin güçlü yapısı, yalnızca bireyin değil, toplumun ve devletin geleceğini güvence altına alır. Bu bağlamda çocuk yetiştirme, bireysel bir ebeveynlik görevi değil; bir kültürel aktarım ve siyasi varoluş stratejisidir.

Bu anlayışa göre, aile; devletin minyatür bir modeli, küçük bir “idare ve üretim birimi”dir. Türkler için toplumu oluşturan her boy ve her fert, aileden aldığı kültürle şekillenir. Bu kültürel yapı ise zamanla devlet ideolojisine dönüşür.

Türk ordusu sadece askeri değil, ahlaki ve kültürel açıdan da güçlüydü. Bu güç, ferdin aile içinde kazandığı terbiye, sorumluluk ve cesaretten kaynaklanırdı. Günümüzde de olduğu gibi Türk milletinin savaşçı kimliği, disiplinli orduları ve cesur askerleri, doğrudan aile yapısındaki sağlam temellere dayanmaktadır. Askerî disiplin evde başlar, savaş meydanında vücut bulur.

Ekonomik ve Sosyal Güvenlik Kurumu Olarak Aile

Göçebe yaşam tarzına sahip Eski Türk toplumlarında, aile aynı zamanda üretim ve geçim birimidir. Hayvancılık, tarım, el sanatları gibi faaliyetler ailenin içinde şekillenir. Bu ekonomik düzen, hem boyların refahını hem de devletin sürdürülebilirliğini sağlar. Aile yapılanması ekonomik gücün ortaya çıkmasında da etkilidir. Bu açıdan aile, toplumun ve devletin teminatıdır.

Aile, bu yönüyle yalnızca manevi değil, maddi olarak da devletin ayakta kalmasına katkı sağlar.

Aile, Türk Tarihinde Kültürel Sürekliliğin Temeli

Türklerin tarih boyunca kimliğini koruyabilmesinin, bağımsızlığını ve birlik ruhunu kaybetmemesinin en büyük nedeni, ailenin kültürel sürekliliği sağlayan bir kurum olmasıdır. Nesiller arası aktarılan değerler, sadece fertlerin değil, tüm milletin karakterini belirlemiştir.

Kaynakça

  • Onay, İ. (2019). Eski Türklerde Aile ve Kadının Yeri. The Journal of Academic Social Science, 7(89), 227–242.
  • Palancı, R. (2022). Türk Kültüründe Aile ve Çocuk Eğitimi. Aksaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6(2), 156–174.
  • Mandalıoğlu, H. (2023). Eski Türk Toplumunda Aile ve Kadın. Türk Tarih Kurumu Yayınları.
  • Işık, S. (1990). Eski Türklerde Kadın. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 40, 125–143.
  • Türk Tarih Kurumu. (t.y.). Eski Orta Asya Türk Devletlerinde Aile. Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.