“Ana Ben Ölmedim”: Birinci Dünya Savaşı’nda Esaretin Aileye Düşen Gölgesi

Prof. Dr. Cemalettin Taşkıran’ın Ana Ben Ölmedim – Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Esirleri adlı eseri, hem askerî tarih hem de bir aile hikâyesi anlatısıdır.
Mektuplarda Annelere Sesleniş
Kitabın kalbine dokunan kısım, esir askerlerin ailelerine gönderdikleri mektuplardır. “Ana ben ölmedim” diye başlayan satırlar, hem hayatta kalma çığlığı hem de aileye verilen tesellidir. Bir babanın kızlarına yazdığı “Mektebe ve namaza devamınızı terk etmeyiniz” öğüdü, esaretin ortasında bile aile bağlarının nasıl korunduğunu gösteriyor. Bu mektuplar, cephe gerisinde kalan annelerin, eşlerin ve çocukların yükünü de gözler önüne seriyor.
Esaretin İnsani Yüzü
İngilizlerin Hindistan ve Mısır’daki, Fransızların Korsika’daki, Rusların Sibirya’daki kamplarında binlerce Türk askeri ağır şartlarda yaşam mücadelesi verdi. Açlık, hastalık ve zorunlu çalıştırma kadar, aile özlemi de bu mücadelenin ayrılmaz bir parçasıydı. Kitap, esirlerin Kızılay aracılığıyla ailelerinden gelen paraları, giysileri ve küçük hediyeleri nasıl umutla karşıladığını belgeliyor.
Aile Sosyolojisi İçin Bir Tanıklık
Bu eser, sadece tarihçilere değil, aile sosyolojisiyle ilgilenenlere de önemli veriler sunuyor. Zira her mektup, savaşın fert ve aile üzerindeki yıkıcı etkisini gösteren bir sosyolojik belge niteliğindedir. Anneler, çocuklar ve eşler arasındaki bağ; zor zamanlarda toplumsal dayanışmanın en güçlü dayanağı olarak karşımıza çıkıyor.
Neden Önemli?
- Çünkü Birinci Dünya Savaşı’nın çoğunlukla unutulan “esaret” boyutunu, aile ilişkileri üzerinden görünür kılıyor.
- Çünkü her istatistiğin ardında bir anne duası, bir evlat özlemi olduğunu hatırlatıyor.
- Çünkü savaşın yalnızca cephede değil, aile bağlarında da sürdüğünü gösteriyor.
Ana Ben Ölmedim, tarihin satır aralarında kalmış askeri bir gerçekliği gün yüzüne çıkarırken, aynı zamanda Türk ailesinin dayanışmacı ruhunu da ortaya koyuyor. Esir kamplarındaki dram, annelerin duaları ve evlatların teselli sözleriyle birleşerek, kitabı yalnızca tarih değil; aynı zamanda insanlık ve aile üzerine derin bir tanıklık haline getiriyor.