Çocuk Sahibi Olmanın “Sürdürülemez” Hiçbir Yanı Yoktur!

31.07.2025
A+
A-
Çocuk Sahibi Olmanın “Sürdürülemez” Hiçbir Yanı Yoktur!

Her yılın yaz aylarında insanlığın yıl boyunca sahip olduğu tüm doğal kaynakları tükettiği ve gelecek nesillere ait olanları tüketmeye başladığı varsayılan ‘Dünya Aşım Günü’ kutlanıyor. Her yıl farklı bir tarihe denk gelen bu gün, 2025 için 24 Temmuz olarak belirlendi. Bu tarihin belirlenmesi, gezegenin üretebileceği kaynak kapasitesinin, insanların tüketim alışkanlıklarına oranlanmasıyla hesaplanıyor. Ancak bu hesaplama bilimsel kesinlikten uzak, oldukça tartışmalı bir yönteme dayanıyor.

‘Dünya Aşım Günü’, çevre temelli ideolojik söylemlerin meşruiyet kazanmasına ve belirli politik önerilere zemin hazırlanmasına olanak tanıyan küresel bir araç hâline gelmiş durumda. Bu kampanyaların merkezinde ise çoğu zaman nüfusun sınırlandırılması çağrısı yer alıyor. Nitekim Dünya Aşım Günü’nün resmi web sitesinde, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri doğrultusunda “daha küçük ailelere yatırım yapılması” açıkça savunuluyor. Başka bir ifadeyle, bu söylem insanlığı korumak adına insan sayısını azaltmayı öneriyor.

Gerçek Tehlike: Nüfusun Azalması

Ne yazık ki, gülünç Dünya Limit Aşım Günü gibi çevreci kampanyalar tam da istediklerini elde ediyor gibi görünüyor. Geçen yıl Avrupa Birliği’nin resmî istatistik kurumu olan Eurostat tarafından yayımlanan 2023 tarihli bir rapor, Avrupa’nın karşı karşıya olduğu ciddi demografik kriz konusunda uyarıda bulunmuştu. Tahminlere göre, Avrupa nüfusu 2100 yılına kadar yüzde altı, yani 27,3 milyon kişi azalacak. Raporda, böyle bir tarihte 80 yaş üstü nüfusun, 20 yaş altı nüfusla benzer bir oranda olacağı belirtiliyor. Aslında, tüm dünya genelindeki tüm kanıtlar, aşırı nüfustan ziyade nüfus azalması konusunda çok daha fazla endişelenmemiz gerektiğini gösteriyor.

Çevre kaygıları, insanların daha az çocuk sahibi olmasının tek nedeni değil. Son yıllarda toplumda daha derin bir kültürel dönüşüm yaşanıyor. Bekarlık ve bireysel özgürlük, özellikle genç nesiller için evlilik ve çocuk sahibi olmanın getirdiği sorumluluklara kıyasla daha cazip hale geliyor. Bu yeni anlayış, medyada da sıkça karşılık buluyor: “Çocuksuz, bekar kadınlar en mutlu gruplar arasında” şeklindeki başlıklar giderek yaygınlaşıyor.

Halbuki Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2024 Yaşam Memnuniyeti Araştırması, evli bireylerin evli olmayanlara kıyasla daha mutlu olduğunu net biçimde ortaya koyuyor. Bununla beraber İstanbul Aile Vakfı’nın gerçekleştirdiği saha araştırmasında toplumun yüzde 94’ü aileyi çözümün merkezi olarak görüyor. Bu da net bir şekilde ailenin sorunun değil çözümün kaynağı olduğunu gösteriyor.

Az İnsan = Daha Fazla Kaynak mı?

Büyük ailelerin çevreye zarar vereceği iddiası tamamen temelsizdir. ABD merkezli Human Progress adlı düşünce kuruluşunun yayımladığı Simon Bolluk Endeksi’ne (Simon Abundance Index) göre, dünya kaynakları nüfus arttıkça azalmıyor, tam tersine artıyor. Endekse göre, dünya 2023 yılında 1980’e göre %509,4 oranında daha bol kaynaklara sahipti – ve bu artış doğrudan insan sayısındaki büyümeyle ilişkili. Üstelik pandemi dönemi hariç tutulduğunda, kaynak bolluğu nüfus artışından çok daha hızlı ilerliyor.

Bu veriler, uzun zamandır dile getirilen “ekolojik ayak izi” iddialarını da sorgulatıyor. 1990’lı yıllarda Kanadalı bir ekolojist tarafından ortaya atılan bu kavram, insanların doğadan ne kadar kaynak tükettiğini ölçmeyi amaçlıyor. Ancak bu hesaplamalar çoğu zaman varsayımlara dayanır ve insan üretkenliğini göz ardı eder. Gerçekte sorun insan sayısı değil, kaynakları nasıl kullandığımızdır. Çözüm, insan sayısını azaltmak değil, insan potansiyelini akıllıca değerlendirmektir.

İnsanlığı küçümseyen, aileyi çözümün değil sorunun merkezi olarak gören ve insanı tehdit olarak sunan yaklaşımlara sessiz kalınmamalıdır. Bu karamsar ve dar bakış açısına karşı durmak için aileyi ve insan potansiyelini merkeze alan cesur seslere ve fikirlere her zamankinden daha çok ihtiyaç olduğunu açıkça görünmektedir.

Dünyada bolluk, Gazze’de açlık

Dünyada bolluk varken ve gezegenin kaynakları tüm insanlığa yetecek seviyedeyken, Gazze’deki çocuklar ve bebekler açlığa mahkûm edilmektedir. Sorun, iddia edildiği gibi kaynakların kıtlığı değil, Gazze’ye ulaştırılması gereken insani desteğin, başta Refah Sınır Kapısı olmak üzere tüm sınır kapılarında kasıtlı olarak engellenmesidir. İnsanlığın vicdanını ve tonlarca yardımı engelleyen Refah Sınır Kapısı’ndaki o fiziki duvarlar, işte bu insan onurunu hiçe sayan ideolojinin betona dökülmüş halidir. Bu trajik durum, asıl krizin insan sayısı değil, kaynakları adaletsizce yöneten, insan onurunu ve merhameti hiçe sayan doyumsuzlukla malul zihniyet olduğunu gözler önüne sermektedir. Gerçek sürdürülebilirlik, insan sayısını azaltmakla değil, insanlığın önündeki bu yapay ve zalim engelleri kaldırmakla başlar. Çözüm, insanlığı bir tehdit olarak yaftalamayı bırakıp insanlığın önünü açmaktır.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.